Kum, kova ve kürek:
Çocuğunuzun “Derdi” ne?
Siz bir şezlong üzerine uzanmış
güneşlenirken kolluklarını taktığınız ve koruyucu
kremler sürdüğünüz çocuğunuzu bir
plastik kova ve kürek ile köpürerek gelen minik
dalgalara ayakları değecek şekilde suyun
kenarına gönül rahatlığıyla bırakırsınız. Bilirsiniz
ki çocuğunuz orada öylesine kendinden
geçmiş şekilde oyuna dalacaktır ki acıktığını
ancak siz sorduğunuzda hatırlayacaktır. Çocuk
sadece çamur halindeki kum, plastik kova
ve kürek ile saatlerce mutluluk içinde oynar.
Veya biz öyle olduğunu zannederiz. Çocuğunuz aslında orada
ne oynuyordur ne de mutludur! Çocuk, bu kadar basit materyallerin
olduğu bir ortamda sizi rahatsız etmeden, sizden bir şey
istemeden nasıl olur da saatlerce kendi halinde bir şeylerle
uğraşır? Çok pahalı ve renkli oyuncaklardan bile en fazla bir iki
saat sonra sıkılan bir çocuk nasıl olur da 5 TL’lik plastik kova ve
kürekle gün boyunca kendinden geçerek oynar?
Aslında bu sorunun cevabı o kadar basit ki: İnsanı diğer
canlılardan ayıran en büyük özelliği bir şey “yapabilme” duygusudur.
Bir şey “yapabilme” ve bir şey “başarabilme” duygusu
insanları on binlerce yıllık bir tarihte avcı-toplayıcılıktan tarıma,
ardından sanayiye ve bugün uzayın derinliklerine sürükleyen
en büyük itici kuvvettir. 1870 doğumlu ünlü İtalyan eğitimci
Maria Montessori’nin “Çocuğunuzun dönemin üretim araçları
ile oynamasına izin verin. Siz çocuğunuzun o araçlarla oynadığını
zannedersiniz ama onlar aslında orada kendilerini yetişkinlerin
hayatlarına yakın hissettirecek ‘işlerini’ yapıyorlardır.” sözünü
“insan düşünen değil, düşündüğünü yapabilen varlıktır” ifadesiyle
beraber değerlendirmek gerekir.
Harika çözümler, araç-gereçler ve eserler
çıkarmışlardır
On binlerce yıl öncesinden günümüze sayısız mucit, bilim
insanı ve sanatçı daha çocukluk yıllarında kendilerinde keşfettikleri
“yapabilme” becerilerini hayatları boyunca “dert edinecekleri” bir
veya daha fazla sayıda soruna yönelterek ortaya harika çözümler,
araç-gereçler ve eserler çıkarmışlardır. İşin ilginç yanı hiçbir mucit,
bilim insanı veya sanatçı ürününü dertsiz, tasasız, hiçbir zorlukla
karşılaşmadan kolayca bir şey üretmemiştir. Bir şey üretebilmek
insanlar için hep sancılı, sıkıntılı ama mutluluk
verici olmuştur. Antik çağlarda Pisagor
matematik bilgisini geliştirmek için binlerce
kilometre uzaklıktaki Hindistan’a ve Mısır’a
seyahat etmiştir. Yine Antik Yunan’da Sokrates
döneminin yöneticilerinin her türlü baskısına
karşın felsefe üretmeye devam etmiştir.
Birunî, sadece bir deveyle çölleri aşarak en
doğru enlem-boylam hesaplarını yapmaya
çalışmıştır. Rönesans ile başlayan dönemle
beraber Avrupa’lı bilim insanları daha çocukluk
yıllarında kazandıkları farkındalık sayesinde
ilerleyen yaşlarında her türlü baskıya, zorluğa
ve imkansızlığa rağmen bugün bile kullanmaya devam ettiğimiz
çeşitli teknolojilerin ortaya çıkmasını sağlayan çalışmalara imza
atmışlardır.
Çocuk anne-babasından pahalı
oyuncaklar istemez
Baştaki sorumuzu cevaplamamız gerekirse çocuk annebabasından
pahalı oyuncaklar istemez. Çocuk sadece
bir şey üretebileceği, tasarlayabileceği, beğenmediğinde
değiştirebileceği, bir şey ortaya koymayı kendine dert edineceği
ortamlar ister. Bugün kullandığımız birçok bilişim ürününün ilk
çıkış noktasının ABD’deki evlerin garajlarının olması rastlantı
değildir. Evini temizleyen anne çocuğuna “git ne yapacaksan
garajda yap, orayı dağıt” dediğinde aslında evladına en büyük
iyiliği yapmış olur, çünkü orası özellikle ergenler için işe yaramaz
diye atılan materyallerin bulunduğu yapıp-bozma, kırıp-dökme,
beğenmeyip değiştirme ve yaratıcı zekayı sonuna kadar zorlama
imkanı veren bir tür “sahildeki kumdur!” 10’lu yaşlarındaki Bill
Gates’in, Steve Jobs’un, Marc Zuckerberg’in veya Elon Musk’ın
anne-babaları garajda veya bilgisayar başındaki çocuklarının
oynadıklarını ve hatta haytalık yaptıklarını düşünüyordu ama
o çocuklar o yaşlarda kazandıkları “yapabilme” farkındalığı ve
becerisi sayesinde büyüdüklerinde tarihin akışını değiştiren
işlere imza attılar.
Unutmayın, çocuklarımızın pahalı oyuncaklardan önce özgürce
kendilerini ifade edebilecekleri, hayallerini ete-kemiğe büründürebilecekleri,
aynaya baktıklarında kendi kendilerine “aferin sana”
diyerek özsaygılarını artırabilecekleri ortam ve araç-gereçlere
ihtiyacı bulunmaktadır. Onları mutlu eden budur.